Bu Makale "Senyör İle Serf ve Sipahi İle Reaya Arasındaki İlişkilerin Toplumsal Yaşamı Şekillendirmesi" orijinal adıyla Arzu Kuru Yoon tarafından yazılmıştır.
Avrupa’da
Feodal Beyler ile bunun Osmanlı benzeri olan Sipahilerin görev ve yetkilerinin
sınırı ve bunların yönetimleri altında yaşayan Avrupa Serfleri ve Osmanlı
Reayasının sorumluluklarının ve haklarının neler olduğu ve bu ilişkilerin
toplumsal yaşamı nasıl şekillendirdiği, çalışmamın konusunu oluşturmaktadır. Öncelikli
olarak ilk bölümde, toprak yönetimi ve işlenmesindeki aktörlerin tanımları ve
bu kişilerin karşılaştırmalarını yaparak aralarındaki benzerlik ve
farklılıklara başlıklar halinde değineceğim. İkinci bölümde ise, Senyör ve Serf
arasındaki ilişki ile Sipahi ve Reaya arasındaki ilişkinin toplumsal yaşamı
nasıl şekillendirdiğini, Toprağa Bağımlılık, İlişkilerin ekonomik yansıması, Evlilik
ve Çocuk, Hak ve Hukuk olmak üzere dört ana başlık halinde inceleyeceğim. Dönem
aralığı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet olarak kuruluş ve Balkanlar’da
yayılmasını da içermesi bakımından 13. ile 16. yüzyıl aralığını hesaba kattım.
Her ne kadar feodalitenin uygulanış biçimlerinin coğrafyaya göre farklılık
gösterdiği gerçeğini göz ardı etmek amacında olmasam da, bu makalemde genel
kanılar üzerinde yoğunlaşarak karşılaştırmalar yaptım.
1.AVRUPA VE OSMANLI’DA AKTÖRLER
Ortaçağda devleti yönetebilmenin,
güvenliği sağlayabilmenin vazgeçilmez koşulu, eldeki tek kaynak olan toprağın
verimli işlenerek, devlete gelir ve savaşa insani güç elde edilmesini
sağlamaktı. Bu koşulları elde edebilmek için bölgesel yönetimi sağlayabilecek
kişilere ihtiyaç vardı. Bana göre, Avrupa’da bu yönetim, soylu sınıfa verilmiş
bir ‘’hak’’ iken, Osmanlı’da sonradan soylu olarak adlandırabileceğim kişilere
verilmiş bir ‘’görev’’ idi. ‘’Hak’’ ve ‘’görev’’ arasındaki farklılığın, bu
kişilerin yönetimi altındaki köylülere davranış biçimlerini ve merkezi
otoriteye karşı yükümlülüklerini belirleyen en önemli faktör olduğunu
düşünüyorum. Öncelikli olarak, hem Avrupa’da hem de Osmanlı’da yönetenlerin ve
yönetilenlerin kimler olduğu konusunda tanımlama yapmanın faydalı olacağını
düşünüyorum.
1.1. AVRUPA’DA AKTÖRLER
1.1.1. SENYÖR
Senyör kısaca, Kralın egemenlik hakkını
paylaştırdığı ve sahibi olduğu toprağın mutlak hakimi olan, kan bağından
kaynaklanan bir soyluluğa sahip kişidir. Senyör merkezi otoriteye bir çeşit
anlaşma ile bağlıdır ve Kralın vassalı konumundadır. Toprağın sahibi olan Senyör,
aynı zamanda o toprakta yaşayan ve bulunan herşeyin de sahibidir. Toprağını
hiyerarşik olarak kendisinden daha altta olan diğer soylulara vassallık
anlaşması ile dağıtıp, kendisine hizmet koşullarını belirleyebilir. Kral ile
köylü ve Kral ile Senyörün vassalları arasında doğrudan bir ilişki yoktur, (Cin & Akyılmaz, 2000, pp. 41-44) yani Kral’ın tek
ilişkisi toprağın paylaştırılmış olduğu Senyörler iledir.
1.1.2. VASSAL
Toprak sahibi ile bir çeşit hizmet
sözleşmesi yapan soylu kişiye Vassal denir. Bu bağlamda düşünüldüğünde, Senyör Kral’ın
vassalıdır. Bloch, bu ilişkiyi şöyle özetliyor, ‘’ Bir başka adamın ‘’adamı’’
olmak; feodal terminolojide bundan daha yaygın ve daha anlam yüklü hiçbir
kelime bileşkesi yoktu’’. (Bloch, 1983, p. 185) Birinin adamı olmak
karşılıklı rızaya bağlı bir durum olup, aslında sadece hizmet edecek olanın
verdiği yeminle gerçekleştirilen bir anlaşma idi. Vassal kendisine verilen
toprak üzerinde haklara sahip oluyor ve taraflardan birinin ölümü ile bu
anlaşma son buluyordu. Vassal ikinci bir şahıs olabileceği gibi, eğer Senyör
ister ise toprağını dağıtmayıp, köylünün vergisini direk kendisi
toplayabilirdi.
1.1.3. SERF
Avrupa köylüsü olarak
adlandırabileceğimiz serfler, toprağa bağımlı olup, Senyörün malıdır. Serf,
Latincede köle anlamına gelen ‘’servus’’
kelimesinden gelmektedir. (Bloch, 1983, p. 317) ‘’Servus’’, yani
serf anlam olarak, köylünün sosyal statüsünü açıkça ortaya koymaktadır. Demesne
serfleri, borderlar ve cotterlar olmak üzere üç çeşit köylü vardı. Demesne serfleri, feodal beyin evinde
kalan ve beyin topraklarında çalışan köylülerdi. Cotterlar, toprağı olmayan,
malikane toprağında küçük kulübelerde yaşayan ve boğaz tokluğuna çalışan
köylülerdi. Borderlar ise, 2-3 dönüm toprağı olan köylülerdi ve diğer köylülere
göre daha az angarya talep edilirdi. (Huberman, 1991, p. 15) Bu makalede border
serflerini ele alıp, 2. bölümde, bu serflerin sosyal yaşamları ve
yükümlülükleri ile ilgili detaylar vereceğim. Border serflerini ele almamın
sebebi, diğer serflere göre Osmanlı reayasında karşılaştırmasını yapmak
istediğim yerleşik köylülere olan benzerliklerinin diğerlerine göre daha fazla
olmasıdır.
1.2. OSMANLI’DA AKTÖRLER
1.2.1. SİPAHİ
Eski farsçadaki at anlamına gelen
‘’aspa’’ kelimesinden türetilmiştir ve Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri
ihtiyacını karşılamak amacıyla, devlet tarafından köy gelirlerinin kendilerine
tahsis edilmesi sonucu toprak geliri sahibi olmuşlardır. Köylüden devletin izni ile topladıkları
vergiden elde ettikleri gelire Tımar denmektedir. Hallaçoğlu, kitabında
teşkilatı şöyle açıklamış:
‘’Tımarlı
sipahiler her sancakta bir kısım bölüklere ayrılmışlardı. Her bölüğün
‘’subaşı’’denilen çeribaşıları ile bayrakdar ve çavuşları vardı. Tımarlı
sipahilerden her on bölük (bin kişi) bir alaybeyinin kumandası altında
bulunuyordu. Alaybeyleri ise sipahileriyle beraber kendi sancakbeyilerinin,
onlar da eyalet valisi olan beylerbeyinin kumandası altında sefere
giderlerdi.’’ (Hallaçoğlu, 2014, p.
57)
Tımarlı
Sipahiler için devletin memuru sıfatını
kullanmak yanlış olmaz. Askerlik görevini savaşa gidecekleri zaman yerine
getiren Sipahiler bulundukları bölgenin idari işlerini de yürütmüşlerdir.
1.2.1. REAYA
Kelime anlamı olarak ‘’sürü’’, ‘’güdülen
anlamına gelmektedir. Vergi veren şehir, kasaba ve köy ahalisi ile konar-göçer
tabir edilen göçebe aşiretler bu gruba dahil idiler. (Hallaçoğlu, 2014, p. 106) Makalemde bu grubun
unsurlarından olan köylüleri ele alacağım. Aslında konar-göçerler de bir çeşit
köylü sayılmakla birlikte, gerek yaşam tarzları gerekse vergilendirme şekilleri
farklı olduğundan, serfler ile karşılaştırma yaparken dikkate almayacağım. Metinde
geçen ‘’reaya’’ kelimesini yerleşik köylüleri adlandırmak için kullandım.
Yerleşik köylülerden bahsederken, ortakçı kullar denilen, aslında köle olup
devlet tarafından bir yere yerleştirilmiş aynı reaya gibi yaşayıp, farklı
kanuna tabi olan köylüleri katmıyorum. Toplumsal yaşamdaki yansımaları
incelerken bu köylü grubuna da değineceğim.
1.3. BENZERLİKLER VE FARKLAR
Senyör ve Sipahi, devlet için askeri güç
sağlamak üzere yapılan bir çeşit anlaşma sonucu bazı gelirler elde etmek
amacıyla köylülerin vergilerini toplayıp, bölgenin idari sorumlusu da olan
kişilerdir. Ancak burada çok önemli bir ayırım vardır. Senyör, vergisini topladığı
köylünün yani serfin aynı zamanda sahibi iken, Osmanlı köylüsü olan reaya, Sipahinin
malı değildir. Reayanın tüm elemanları Osmanlı Sultanının kuludur. Serfler
aslında köledir ve alınıp satılabilirler, reaya özgürdür. Zirai mülk devrinin,
genellikle toprağı işleyenleri değiştirmeden uygulanmasına rağmen bu, köylü
bireylerin alınıp satılamadığı anlamına geliyordu. (Faroqhi, 2010, p. 123) Her iki köylü unsuru
da toprağa bağımlıdır. Görevleri toprağı işlemek, aldıkları ürün karşılığında
vergi vermek idi. Serfler her konuda Senyöre bağlı iken, reaya sadece vergi
konusunda Sipahiye bağlı idi. Aralarındaki farklar ve benzerlikleri beş madde
halinde açıklayacağım.
1.3.1. TOPRAK SİSTEMİ KARŞILAŞTIRMASI
Avrupa’da, toprak Prensliklere bölünmüş
ve ver Prenslik bir Senyör tarafından yönetilmekteydi. İngiltere örneğini ele
aldığımızda, bu Prenslikleri Kontluklar olarak görüyoruz. Osmanlıda, ülke
sancaklara bölünmüş ve her bir sancağa Sancakbeyi atanmıştı. Buradaki en önemli
fark, Prensliğin Senyörün geldiği aileden kaynaklı olarak hüküm sürdüğü bir
toprağa sahip olması iken, Sancakbeyinin esasında devlet tarafından atanan
yüksek düzeyli bir memur oluşudur. Üretim gücünü ve askeri gücü elde tutan Senyörler,
Krallar karşısında her zaman güçlü olmuşlardır. Osmanlıda ise durum böyle
değildir çünkü kazanılan her toprağın sahibi Sultan’dır. Bu toprakların
yönetimi için merkezden veya yeni fethedilmiş yerden biri görevli olarak
atanırdı. Fetih edilen bölgelerdeki araziler Osmanlı Devletinin öz malı
sayılırdı. Osmanlıda toprak, ana hatlarıyla üçe ayrılmaktaydı; Mülk, vakıf ve
miri araziler. Mülk araziler tamamıyla sahiplerine ait olup, miras olarak
bırakılabilir ve satılabilirdi. Mülk araziyi işleyen kişiler devlete vergi
verirdi. Vakıf arazilerinin vergileri ilmi, dini ve sosyal birimlere verilirdi.
Miri arazi ise bizim konumuzu da ilgilendiren arazi çeşididir. Miri arazi
tamamen devlete ait olup işlenmesi için üzerinde yaşayan köylüye tahsis edilmiş
ve bunun karşılığında vergi alınan topraklardı. (Hallaçoğlu, 2014, pp. 90-101) İşte bu topraklar
Sipahilere gelir olarak veriliyordu. Avrupa feodal sisteminde toprağı elinde
bulundurup topraktan tasarruf hakkı, Kral tarafından bir Düke, Dük tarafından
bir Konta, Kont tarafından bir Lorda, Lord tarafından köylüye veriliyordu. (Huberman, 1991, p. 18) Toprağın sahipliği
değil topraktan tasarruf hakkı kişilere devrediliyordu. Osmanlıda da topraktan
tasarruf etme hakkı köylüye verilmişti. Ancak buradaki en önemli farklılık,
toprağın bizzat Sultan tarafından köylüye ekmesi için verilmesidir. Toprağın
tasarruf hakkı Sipahiye devredilmiyor, sadece köylünün ödeyeceği verginin belli
bir kısmı gelir olarak veriliyordu. Yani, Osmanlı İmparatorluğu, paralı
askerlerinin bir kısmının maaşını devlet hazinesinden vermek yerine, asıl gelir
kaynağı olan toprağın, işlenmesi sonucu elde edeceği verginin bir kısmını bu
askerlere gelir kaydederek, maaşlarının birinci elden ödenmesini sağlamıştır.
1.3.2. MADDİ KAZANIM VE SOYLULUK
Senyörler, aileden gelen kan bağıyla
soyluluk elde ediyorlardı. Osmanlıda ise
durum tam olarak böyle değildi. Yerleşim birimlerine yönetici olarak
atanan kişilerin çoğu soylu bir aileden gelmemekle beraber aslında genellikle
Osmanlı tebaasına köle olarak katılmış ve devlet erkanı tarafından
yetiştirilmiş kişilerden oluşuyordu. Sipahiler, halktan orduya katılmaları,
tımar verilerek teşvik edilmiş kişilerdi. ‘’Sipahiler, yönetici sınıf
kapsamında seyfiye sınıfı içinde yer almışlardır. Bu itibarla devlet, sipahi
sınıfı içine reayayı almamak gibi bir genel eğilim içinde olmuştur.’’ (Cin & Akyılmaz, 2000, p. 288) Her ne kadar bu
koşul uygulanmaya çalışılmış olsa da zaman zaman artan asker ihtiyacını
karşılamak için reayadan sipahi seçildiği olmuştur. Ayrıca, yedi sene tımar
talebinde bulunmayan ve sefere gitmeyen sipahiler, deftere reaya olarak
kaydedilmişlerdir. (Barkan, 1980, pp. 785-786) Görüldüğü üzere, kan
bağına dayanmayan bir tür soyluluk verilebiliyor ve bu soyluluk beklenen
hizmetin yerine getirilmemesine bağlı olarak geri alınabiliyordu. Sipahinin,
asker beslemek ve sefere katılmak amacıyla elde ettiği tımar, maddi kazanım
olmasına rağmen bu kazanım herhangi bir sebeple sonlanabilir ve sipahi gelirini
kaybedebilirdi. Bu merkezi yönetimin kararına bağlı idi.
1.3.3. TOPRAĞA BAĞIMLILIK VE KÖLELİK DURUMU
Avrupa’da köylülerin çoğu köle idi ancak
az sayıda da olsa özgür köylüler vardı. Köylünün kendisi toprağa bağımlı iken,
alınıp satılması ise topraktan bağımsız olarak gerçekleşebilirdi. Bunun anlamı
köylünün bir yere taşınması değil ama, hizmet edeceği kişinin ya da daha doğru
bir tanımla sahibi olan Senyörün değişmesidir. (Öztaşkın, 2007) Osmanlı reayası ise
Sultanın kuludur ve Sultan dışında
herhangi bir kişinin malı değildir. Osmanlı köylüsü köle değildir ancak aynı
serfler gibi toprağa bağımlıdır. Reayanın bulunduğu toprağı bırakıp gitmesi
kurallara bağlanmıştır ve bunu ikinci bölümde daha ayrıntılı olarak ele
alacağım.
1.3.4. ASKERİ YÜKÜMLÜLÜK
Daha önce de belirttiğim gibi, Senyör ve
Sipahi devlete askeri güç sağlamakla yükümlü idi. Kralın yönetim erkini
paylaştığı Senyörler, Kralın iktidarını kendileriyle paylaşmasına karşılık
olarak bir ordu bulundurmak ve merkezi otoriteye gerektiğinde askeri teçhizat
ve insani güç sağlamak zorundaydı. Bu bir anlaşma ile yapılıyordu. Senyör
ellerini Kralın elleri arasına koyuyor, yani Kralın mutlak hizmetine girdiğini
diz üzerinde çökerek, silahsız ve başlıksız olarak, ‘’homage’’ olarak
adlandırılan iki aşamalı bir saygı merasimi ile gösteriyor. Daha sonra anlaşmanın
bir parçası olan ‘’fealty’’ denilen bir sadakat merasimi yapılıyor ve törensel
bir öpüşme ile anlaşmanın yapıldığı onaylanıyordu. (Ganshof, 1996, pp. 70-79) Sipahinin, Sipahi
olmasının yegane sebebi ise zaten asker olmak, aldığı tımar miktarına göre belirli
sayıda asker beslemek ve devlete askeri güç sağlamak idi. Hizmet anlaşması
bağlamında tımarlı Sipahilerin durumunun Senyörlere göre en önemli farkı,
verdikleri hizmetin bir çeşit memuriyet olmasıdır. Senyörler askeri
hizmetlerinin karşılığı olarak vergi gelirleri ile beraber serfleri de köle olarak
alıyorken, tımarlı Sipahiler sadece reayanın devlete ödedikleri vergilerin bir
kısmını gelir olarak alabiliyorlardı.
1.3.5. SENYÖR VE SİPAHİ AÇISINDAN “HAK’’ VE ‘’GÖREV’’
Diğer dört maddede açıkladığım Avrupa ve
Osmanlı aktörleri arasındaki farklar aslında üstleriyle girdikleri ilişkinin
doğasına göre şekil almaktadır. Kral ile Senyör arasında yapılan anlaşma ve
merasim, Senyöre sadakatı karşılığında sahibi olduğu topraklarda mutlak
hakimiyet vererek, yönetimde ‘’hak’’ sahibi yapıyordu. Topraklar, üzerinde
yaşayan serfler ile devrediliyor ve Senyör, hem hukuki hem siyasi anlamda
iktidar sahibi olarak, köylüler üzerinde egemenlik kurabiliyordu. Osmanlıda
reayanın hukuki durumları daha farklı idi. Bu farklılıktan ötürü, Sipahinin
yönetimi bazı kurallara bağlı ve devlet kontrolüne tabi idi. ‘’Görev’’ bu idare
şekli için kullanılabilecek daha uygun bir tanımdır. Sipahi tarafından reayaya
uygulanan hatalı bir işlemin yaptırımının olması, ‘’hak’’ yerine ‘’görev’’
tanımını seçmemin asıl dayanağıdır.
2. TOPLUMSAL YAŞAM
Senyörün serf, Sipahinin reaya ile olan
ilişkilerinde, birinci bölümde ele aldığım ‘’hak’’ ve ‘’görev’’ bilincinin
doğasına göre, toplumsal hayatın nasıl şekillendiğini, dört ana başlık halinde
inceleyeceğim.
2.1. TOPRAĞA BAĞIMLILIK
Serfler toprağa bağımlıydı ve bırakıp
gidemezlerdi. Feodal Bey kaçan köylüyü nerede olursa olsun bulup getirme
hakkına sahipti. Hatta Huberman bununla ilgili belgelerden bir örnek veriyor;
Bradford
Malikanesinin 1349-1358 kayıtlarında şöyle bir parça görülüyor:‘’Lordun adamı
William Childyong’un kızı olan Alice’in New York’ta oturduğu söyleniyor;
tutuklansın.’’ (Huberman, 1991, p. 17)
Serfler
ve ortakçı kullar toprağa tamamıyla bağımlı köylülerdi. Aralarındaki tek fark,
serflerin bir çeşit tazminat karşılığı topraktan ayrılıp başka bir yere
gidebilmesidir. Bu tazminatın adı ‘’chevage’’ idi. Ortakçı kulların böyle bir
hakkı yoktu ve hatta ortakçı kullardan biri ile evlenen özgür erkek dahi o köye
yerleşmek ve ortakçı kul statüsünü kabul etmek zorundaydı. Reaya ise Avrupa
serfleri ve Osmanlı ortakçı kullarına göre özgür bireyler olarak kabul
edilmelerine karşılık, toprağa bağımlılık hususunda, serflerle aynı şartlarda
oldukları söylenebilir. Reaya toprağı bırakıp gittiği takdirde, Sipahi on yıl
içinde onu bulup geri dönmeye zorlayabilirdi. Reaya Sipahiye ya da toprağın ait
olduğu vakfa ‘’çift bozan resmi’’ veya ‘’leventlik akçesi’’ ödeyerek toprağı
bırakabilir ve başka yere yerleşebilirdi. (Barkan, 1980, pp. 720-724) Görüldüğü gibi gerek
serf, gerek reaya toprağa çoğunlukla bağımlı idiler. Serflerin tazminat
ödeyerek toprağı bırakmaları ve başka yere göç etmeleri geç dönemlerde
olmuştur. Bu yüzden feodal yaşamın bütününe baktığımızda istisnai durumları göz
ardı edip genelleme yapabilir ve serflerin toprağa sıkı bağımlılıklarından
bahsedebiliriz. Bağımlılık konusunda bahsedilmesi gereken başka bir faktör de
mecburiyettir. O dönem köylüsü için yaşamı idame ettirmenin en önemli şartı
toprağı işlemekti. Paranın dolaşımının az olduğu, endüstrinin yaygın olmadığı
bu dönemde, köylünün yapabileceği işlerin sınırlı olması, köylüyü her ne kadar
koşulları zor olsa da toprakta çalışmaya mecbur bırakmıştır. Paranın erişiminin
kolaylaştığı ve endüstrinin yaygınlaştığı, güvenlik korkusunun azaldığı döneme
girilmesi ile birlikte serf üzerindeki yaptırım azalmış ve köyden göç
hızlanmıştır.
2.2. İLİŞKİLERİN EKONOMİK YANSIMASI
Avrupa serflerinin istedikleri mesleği
seçmek ve çalışıp çalışmamak gibi hakları olmamakla beraber, geç dönemde
Senyöre tazminat ödemek ve ‘’chevage’’(baş haracı) vermek suretiyle Senyöre ait
olduklarını ispat edip farklı işlerde çalışanlar vardı. Osmanlı ortakçı kulları
da meslek seçmek konusunda özgür değillerdi ve ayrıca Avrupa serflerinin aksine,
tazminat ödeyerek başka bir işte çalışma ihtimalleri kesinlikle yoktu. (Barkan, 1980, p. 720) Ortakçı kulların
varlık amacı kesinlikle toprak ile ilişkili idi ve başka işlerde istihdam
edilmeleri söz konusu bile değildi. Osmanlı reayası için de serflerle benzer
bir durum uygulanmaktaydı. Üzerinde toprak yazılı olan reaya, başka yerlerde
çalışmaya gidemez ancak gider ise bağlı olduğu Sipahiye ‘’çift bozan resmi’’ ya
da ‘’leventlik akçesi’’ denilen bir çeşit vergi vermek zorunda idi. (Barkan, 1980, p. 724) Senyörler ekonomik
olarak köylüye, köylü de yaşamak için Senyöre bağlı idi. Senyörün ekonomik
kazancı köylüden aldığı vergiye, toprağının işlenmesi köylünün emeğine
dayanmaktaydı. Sipahiler de ekonomik olarak reayaya bağlı idi ama reaya için
tam böyle diyemeyiz. Her ne kadar Sipahiye vergi verme durumları olsa da ürettiklerinden
ekonomik kazanç sağlayabilirlerdi. Serfler Senyör, ortakçı kullar Sipahi için
angarya çalışmalara ve bir takım hizmetlerde bulunmaya mecbur idiler. (Barkan, 1980, pp. 720-722) Osmanlı arşivlerinde
reayayı angarya çalışmalara zorlayan Sipahiler için yazılmış şikayetler
mevcuttur. İngiltere’de serfler, hasat ettikleri buğdayı Senyörün değirmeninde
öğütmek zorunda idiler ve bunun için bir bedel ödemekteydiler. El değirmeni
olup evinde hasat ettiği ürünü öğüten serf cezalandırılabiliyordu, Osmanlı
uygulamasında böyle bir monopol yoktur. Reaya değirmencilik vazifesini kendi
yapmakta ve karşılığında devlete resm-i asiyab ödemektedir. (Cin & Akyılmaz, 2000, p. 306) Limni adasındaki değirmen
vergilerine ilişkin önemli bir bilgi 1490 tahrir defterinde verilmektedir. Bu
bilgiye göre su değirmenleri için 15, yel değirmenleri için 180 akçe vergi
ödenmektedir. (Lowry, 2012, p. 50) Görüldüğü üzere
Senyör köylünün hayatının her anında yapacağı herhangi bir iş için bedel ödemek
zorunda olduğu kişi iken Sipahinin durumu daha farklıdır. Reaya Sipahiye vergi
ödemekle yükümlüdür, bunun dışında topraktan hasat ettiklerini işlemek için
bedel ödeme yükümlülüğü ya da Sipahinin sağladığı hizmeti satın alma
mecburiyeti yoktur.
2.3. EVLİLİK VE ÇOCUK
Serf, Senyör için iş gücü demekti. Bu
sebeple, serfin ya da çocuklarının malikane dışı evlilikleriyle ilgili katı kurallar
vardı. (Huberman, 1991, p. 17) Evliliklerle ilgili
olan hukuki durumu şöyle özetleyebiliriz: Malikanenin, işgücü açısından
demirbaşı oldukları için, başka Senyörlerin serfleriyle veya özgür kişilerle
evlenmeleri yasak edilmiş, ya da Senyörün iznine bağlı olarak, bir çeşit
tazminat ve paraya hükmedilmiş. (Barkan, 1980, p. 720) Birinci bölümde,
reaya açıklamasını yaparken, Osmanlı İmparatorluğu’nda bir toprak üzerine
yerleştirilmiş köleler olduğundan ve bunların ortakçı kullar olarak
anıldığından bahsetmiştim. Ortakçı kullar, reayadan farklı kurallara bağlı olan
köylüler olup, Avrupa serflerine benzer yaşam biçimlerine sahiplerdi. Reayanın
istediği herhangi biri ile evlenme özgürlüğüne karşın, ortakçı kullar sadece
ancak kendi aralarında evlenebilirlerdi. Dışarıdan biri ile evlilik yasaktı.
Hatta kendi isteği ile evlenmeyen kul kadınlar aynı kulluktaki erkeklerle zorla
evlendirilirdi. Eğer bu kul kadınlardan biri ile evlenmek isteyen özgür bir
erkek olursa, o da ortakçı kulların olduğu köye yerleşmek zorunda olup, ayrıca
ortakçılık şartlarını kabul etmesi gerekirdi. Padişaha ait bir kul kadın ile
evlenmek istemesi sebebiyle, o kadından alacağı cariyelik hizmeti için bir
bedel ödemesi gerekli idi. Doğan çocuklar ise annelerinin hukuki statüsüne tabi
olmaktaydılar. (Barkan, 1980, p. 722) Evliliğin bu şekilde
ayrıntılı olarak ele alınıp bazı yasaklar koyulması, Osmanlı ortakçı kullarının
aynı Avrupa serflerinin kabul edildiği gibi yöneticinin malı olarak sayıldığı
anlamına gelmektedir. Burada ilginç olan
bir nokta ise, İslamiyete göre soyun babadan geldiği inancının aksine, doğacak
çocukların hukuki statüsünün anneye göre kurgulanmasıdır. Buradaki amaç, işgücü
sürekliliğini sağlamaktır. Senyörler, vassallarının çocuklarının evliliğini
denetleme hakkı vardı. Bunun sebebi ise ölen vassalın sadece kızları varsa,
kızın başka bir aileye mensup biri ile evlenmesi durumunda alınan fiefin,
sözleşme yapılan soydan başka bir soya geçmesi kaygısıdır. (Bloch, 1983, p. 285) Görüldüğü gibi
Avrupa’da Senyör sadece serfler üzerinde değil, soylu olan vassallar üzerinde
bile bazı haklara sahipti. Osmanlıda Sipahilerin evlilik ile ilgili herhangi
bir yaptırım güçleri yoktur. Her ne kadar yönetici konumunda olsalar da,
merkezi otoritenin kanunlarına ve mahkemelerine bağlı idiler. Feodal düzende,
evlenen serf kadın ilk gecesini Senyörün yanında geçirmek zorundadır ve buna
ilk gece hakkı anlamına gelen ‘’ius primae noctis’’ denilmektedir. Uygulamada
bu hak kullanılmamış olsa bile, doğacak çocukların Senyöre ait olduğunu
belirlemek amacıyla her zaman elde tutulmuştur. Kadın kocasına tabi olacağı ve
Senyör iş gücü kaybına uğrayacağı için, malikane dışı evlilik için kadın serfin
‘’formarriage’’ adında yüklü bir tazminat ödemesi gerekmiştir. Osmanlı
örneğinde reayanın hürriyet alanı içindeki evliliklerinde Sipahinin söz hakkı
yoktur. Ancak gerdek resmi adında her kız ve dul kadından alınan Avrupa’dakine
benzer bir vergi olsa da bu verginin sadece reayaya özel olmadığı ve resm-i
arus adıyla sipahi, beylerbeyi, sancakbeyi kızlarından da alındığı düşünülünce,
aradaki farklılık ortaya çıkıyor. (Cin & Akyılmaz, 2000, p. 308)
2.4. HAK VE HUKUK
Serflerin, Senyörlerine karşı angarya
olarak adlandırılan bazı görevleri yerine getirme yükümlülüğü vardı. Bu
angaryalardan bir tanesi işlediği topraktan elde ettiği ürünün bir miktarını
verme mecburiyetidir. Ayrıca her hafta belli günlerde Senyörün toprağında
çalışmak zorundaydılar. (Cin & Akyılmaz, 2000, p. 117) Serflerin üzerinde
yaşayıp işledikleri toprağı miras bırakma gibi bir hakları yoktu. Ancak ölen
kişinin mirasçısı malikane geleneğine uygun olarak Senyöre bir vergi ödeyerek
mirası alabiliyordu. (Huberman, 1991, p. 17) Burada bahsedilen
miras, toprağın sahipliği değil, elinde bulundurup işleme hakkıdır. Senyörlerin
elinde bulundurduğu en güçlü şey ise serfleri yargılama hakkı idi. (Cin & Akyılmaz, 2000, p. 119) Dolayısıyla
durumundan memnun olmayan, fazlaca angarya yapmak zorunda kalan, haksızlığa
uğrayan serfi koruyacak bir adalet sistemi yoktu. Ancak İngiltere’de yargı
sistemi biraz daha farklı olduğu için kıta Avrupa’sının aksine köylüler,
kraliyet yargılamasının koruyuculuğuna kavuşmuştur. (Cin & Akyılmaz, 2000, p. 120) Osmanlı sisteminde
yasama ve yargı her zaman merkezi otoriteye ait olup, Sipahi, devletin bir
memuru olarak görev yapıyor ve reayayı yargılama hakkı bulunmuyordu. Daha önce
de belirtmiş olduğum ‘’hak’’ ve ‘’görev’’ anlayışı özellikle yargı söz konusu
olduğunda yöneticinin davranış şeklini belirliyor. Osmanlılarda reayanın
Sipahiyi şikayet etme hakkı her zaman var idi. Yargılama kadılar tarafından
yapılırdı ancak toprak kullanımından doğan anlaşmazlıkları çözmek için toprak
kadıları makamı oluşturulmuştu. (Cin & Akyılmaz, 2000, p. 321)
Osmanlı
İmparatorluğu’nda, angarya olarak adlandırılan işler ortakçı kullar için
geçerli iken reaya için geçerli değildi. Yeni fethedilen Balkan topraklarında
alışılagelmiş feodal düzene karşı eğilim kaideleri değiştirerek kendi vergi
sistemini kurmak olmuştur. Bu esnada yerleşmiş angaryalar bir süre daha devam
etmiş ama daha sonra ortadan çoğu kalkmıştır. Avrupa’daki angaryanın karşılığı
Osmanlı’da vergilendirme olarak karşımıza çıkıyor. Genellikle ücret karşılığı
angaryalar kaldırılmış olmasına rağmen korunmuş olan bazı adetler de vardır.
Bunlardan bir tanesi reayanın Sipahiye verdiği öşür bedeli olan ürünü bir
günlük yoldan uzak olmamak kaydı ile Pazar yerine kendi arabası ile
götürmektir. Bunun dışında yine Avrupa feodal sisteminden miras kalan sipahiye ambar
yapılması yükümlülüğü, ancak bir kereye mahsus olması kaydı ile
sınırlandırılarak uygulanmıştır. Yine hafifleştirilmiş bir angarya olarak,
beyin toprağında, serflerde olduğu gibi haftada üç değil, yılda üç gün çalışma
şartı görülüyor. (Cin & Akyılmaz, 2000, pp. 311-319)
SONUÇ
Avrupa serfinin yaşamı neredeyse tamamı
ile Senyörle iç içe geçmiştir. Yaşamını sürdürmesi için ekmek zorunda olduğu
toprak karşılığında Senyöre vergi ödeyerek ve hatta ürünleri işlemek için yine
Senyörden hizmet satın almak zorunda olarak, elinde bulunan herşeyi Senyöre bir
şekilde vermek durumunda kalmıştır. Ekonomik olarak kalkınmak bir tarafa belki
de ancak karın tokluğuna yaşamak mecburiyetinde kalarak, zor şartlarda yaşamıştır.
Hukuken hiçbir hakkı olmayıp, kanun uygulayıcı, yine hizmet ettikleri Senyör
olduğundan, devlet ile ilişkileri olmayıp, bir adamın malı olmuşlardır. Osmanlı
İmparatorluğu her ne kadar farklı bölgelerinde farklı uygulamalarda bulunsa da,
reaya padişahın kulu sayılmıştır. Sipahinin gelir kaynağı reaya olsa da
reayanın veli nimeti Sipahi olmamıştır. Ayrıca hukuken merkezi yönetime bağlı
olduklarından reayanın devlet ile ilişkisi her zaman var olmuştur. Sipahinin
reayanın kişisel hürriyetlerinin geçerli olduğu köydeki yaşamı ile ilgili
hiçbir söz hakkı yoktur. Daha önce de bahsetmiş olduğum ortakçı kulların yaşam
koşulları ve hukuki statüleri Avrupa serfleri ile çok benzerlik göstermektedir
ve onlar için devletin anlamı merkezi idareden ziyade hizmet ettikleri Sipahi
ya da vakıftır. Senyörün ‘’hak’’ olarak gördüğü, serf üzerindeki egemenlik
sergilemesi, Sipahi tarafından ‘’görev’’ olarak yerine getirilmiş ve
icraatlarının hesabını devlete vermiştir. Aradaki ayrımı Senyörün devletin kendisi,
Sipahinin devletin eli olarak davranması ile açıklayabilirim. Bu davranış
biçimi daha önce açıklamış olduğum gibi toprağa bağımlılık, ekonomi, evlilik ve
çocuk bağlamında aile hayatı ve hukuk çerçevesinde serf ve reayanın yaşamlarını
şekillendiriyordu.
Kaynakça
Barkan, Ö. L., 1980. Türkiye'de Toprak Meselesi. 1. dü.
İstanbul: Gözlem Yayınları.
Bloch,
M., 1983. Feodal Toplum. 1 dü. Ankara: Savaş Yayınları.
Cin,
H. & Akyılmaz, G., 2000. Feodalite ve Osmanlı Düzeni. 2 dü. Adana: Çağ
Üniversitesi Yayınları.
Faroqhi,
S., 2010. Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı. 2 dü. Ankara: Doğu Batı
Yayınları.
Ganshof,
F. L., 1996. Feudalism. 3. ed. Toronto: University of Toronto Press.
Hallaçoğlu,
Y., 2014. XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı.
7 dü. Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Huberman,
L., 1991. Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla. İstanbul: İletişim Yayınları.
Lowry,
H. W., 2012. On Beşinci Yüzyıl Osmanlı Gerçekleri. 1. dü. İstanbul:
Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları.
Öztaşkın,
Ö. B., 2007. Osmanlı Reayası ile Avrupa Serfinin Karşılaştırılması.
KKEFD/OKKEF, Cilt 16, pp. 247-264.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder